İlk dersten aklımda kalan " oynamıyormuş gibi" oynayın dediğiydi hocamızın, yaklaşık 12 yıl önce tiyatro okumaya başladığımda. Ne idi bu "oynamıyormuş gibi" oynamak, işte yeteneğinizin ortaya çıktığı yerdi. O zaman daha çok gençtim, insanın kişisel gelişimi bir ömür sürdüğü için ben de o yaşlarda henüz her şeyin başında sayılırdım.
Sahne ilk başta beni korkutmuştu. Tiyatro okumaya gitmek, tanımadığın birçok insan karşısında bilmediğin bir işi öğrenirken onlar tarafından hiçbir şeyi gizleyemeden izlenmek ve bunun yanında yeteneğinin ortaya ne çıkaracağını bilmeden kıyamete gider gibi gitmekti benim için. Sahne konusundaki tecrübesizlik ve o ilk acemilik dönemleri hayatımın en gergin zamanlarıydı. Tüm çekingenliğime rağmen tüm cesaretimi toplayıp orada bulunduğum için kendimi takdir de ettim.
İyi bir tiyatrocu olmak için önce insanları iyi tanımak gerektiğini öğrendim. Tiyatro hayata dair ne varsa hepsinin içinde barındıran bir sanattır. İnsanlar konusunda yeterince ve iyi derecede gözlem yapmak ve sosyoloji ile ilgilenmek gerekiyordu. İşte ilk adımı burada attım. Bunu bana tiyatroda anlatmadılar (anlatmakla olacak iş değildi) ama ben işin içine girdiğimde zihnimde beliren şeylerdi bunlar. Oyunları okuyup, ezberleyip sahnede oynadığımda ve bunu iyi veya kötü yaptığımda kendimin dışına çıkmaya başladım. Başta Haldun Taner'in eserleri olmak üzere tüm Türk tiyatro eserlerinden Shakespeare'e kadar okumaya başladım. Her hafta bir eserini okuyarak neredeyse Shakespeare'in tüm eserlerini bitirmek üzereydim. Okuma yapmak, sahnede oyunu daha iyi oynamamı ve ezber yapmamı kolaylaştırıyordu. Ezber konusunda herkesin yaşadığı sıkıntıların hiçbirini yaşamadım. Eksiksiz ezberliyordum oyunları. Unutmuyordum. Bunun ufak bir sırrını da kendi kendime keşfettiğim için onu da burada söylemeyeyim. Sesi iyi kullanmak ise en önemli konulardan biriydi. Diksiyon dersleri buna yardımcı olurken, ben sesimin çıkışından hiçbir zaman memnun kalmadım. Oyunu büyük oynamak için ses en önemli etkendi. Elbette, oyunu muntazam oynamak için " büyük" oynamak gerekiyordu.
En iyi oynadığım rollerden biri Haldun Taner'in eseri olan Keşanlı Ali Destanı'ndaki "Zilha" idi. İnsan tiyatroda kendinin dışında çıkıyor. Bu rolü iyi oynamamla şaşırtmıştım. Yeteneğimi ortaya çıkardığım rollerden biriydi benim için.
Eğitimler tamamlandıktan sonra sınıfça yaklaşık 350 kişiye son bir oyun sergileyecektik. Bu hayatımda yaşadığım en büyük tecrübelerden biri olacaktı. Sahnede olmak harikulade bir histi. Ortada eser ve sen, sonsuzluğa açılan bir kapı gibi... Perdenin gerisinde seyircilerin yüksek sesleri geliyordu. Sahnede bulunan arkadaşlarla epey kalabalık olduğunu düşünüp daha da heyecanlandık. Perde açılırken tüm sesler durdu. Heyecanla atan kalbimin gürültüsünü fazlasıyla duyduğumda, sahneyi aydınlatan ışıklardan dolayı seyirciyi göremedim. Evet gerçekten kimse görünmüyordu. Boşluğa oynar gibiydik. Zamanla gözüm alıştıkça seyirciyi görmeye başladım. Oyun devam ederken onlardan aldığımız alkış da enerjimizi diri tuttu. Çok yüksek duygular hissediyordum. Sanki her şey açıklığa kavuşmuş gibiydi. O gün o sahne perdesinin açılması ile tiyatro, benim gözlerimden de perdeyi kaldırmıştı.
Yorum Yazın
Facebook Yorum